Dinlemedi. BM’nin “tarifsiz bir trajediye” yol açabileceği uyarısında bulunmasına rağmen İsrail bildiğini okudu, ölümü bu kez Refah kentine taşıdı. İsrail’in kontrolünü tam olarak ele geçiremediği tek sınır kapısıydı Refah.
İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu Hamas’ın son kalesi olduğunu söylediği kentte İsrailli rehinelerin tutulduğunu düşünüyordu hep. Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Refah’ı işgal etmekten başka “seçeneklerinin kalmadığını” söylemesinin nedeni de bu.
İsrail ile Hamas arasında 7 Ekim’de patlak veren savaştan önce nüfusu 220 bin olan bir kentti Refah. Şimdi yaklaşık 1,5 milyon Filistinlinin sıkışık yaşadığı bir yer durumunda. Nüfusun yüzde sekseni çadırlarda ya da plastik barınaklarda yaşıyor. Neredeyse hiç yiyecek yok, içme suyu, temizlik ya da tıbbi bakım hizmeti de verilemiyor. Bu haldeki kente yönelik bir saldırı durumu daha da kötü yapacak deniyordu, öyle de olacak gibi görünüyor. Yani “Refah’a yönelik bir saldırı stratejik bir hata, siyasi bir felaket, insani bir kabus olur” diyen BM Genel Sekreteri António Guterres haklı çıkacak.
İşlevi, aldığı kimi kararlar, uyguladığı politikalar elbette eleştirilir, tartışılır ama BM, üye ülkelerin iradesinin yansıtan bir kurum sonuçta. Tekil bir düşünceyi değil ortak bir düşünceyi temsil ediyor. Bu nedenle BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) sözcüsü Jens Laerke’ın “Refah’a bir saldırı olması halinde orada bulunan yüz binlerce insan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır” sözleri sadece onun endişelerini yansıtıyor değil. İsrail, BM’yi oluşturan ülkelerin neredeyse tamamını karşısına aldı bu operasyon kararıyla.
Refah’a yönelik saldırının en kötü sonuçlarından biri bölgedeki insani yardım çalışmalarına da büyük darbe vuracak oluşu. Çünkü tüm yardımlar büyük oranda Refah’tan yönetiliyor ya da yürütülüyordu. Güney Gazze’de kısmen çalışan yedi hastaneden üçü Refah’ta bulunuyor. Şimdiye kadar Gazze’ye insani yardım taşıyan kamyonların büyük çoğunluğu Refah ile Kerem Şalom sınır kapılarından giriş yapıyordu, ancak bu sınır kapılarının ikisi de şimdi İsrail tarafından kapatılmış halde.
İsrail Refah’ta yerinden söküp attığı Filistinlilere “güvenli bölgeler” olarak gitmelerini istediği yerler, savaştan önce bile her türlü hizmetten, hizmetlerin yapılacağı alt yapıdan yoksun bölgeler. Bunlar 10 km uzunluğunda, 3 km’den daha az genişlikte bir kıyı şeridi olan Al-Mawasi ile artık bir harabeye dönmüş olan Han Yunis kentleri. Buralar sözümona “genişletilmiş insani bölge” olarak adlandırılmıştı. Al-Mawasi kentinin bir kısmı, sığınak olarak belirlenmiş olmasına rağmen 22 Ocak’ta İsrail ordusu tarafından işgal edilmişti. Şimdiye kadar Refah da neredeyse her gün bombardımana maruz kalmasına rağmen burası da “güvenli bölge” olarak tanımlanıyordu. Koca bir halkla alay ediyorlar adeta.
İsrail, resmi olarak işgalci bir güç. Bunu BM söylüyor. Cenevre Sözleşmesi işgalci güce de sorumluluklar yüklüyor. Ne deniyordu Sözleşme’de?: “Nedeni ne olursa olsun bireysel veya kitlesel zorla nakiller yasaktır” deniyordu. İşgalci gücün “korunan kişileri kabul etmek için uygun barınma yerlerinin sağlanmasını, nakillerin tatmin edici hijyen, sağlık, güvenlik, beslenme koşullarında gerçekleştirilmesini, aynı ailenin üyelerinin ayrılmamasını mümkün olan en geniş ölçüde temin etmesi” gerektiği de belirtiliyordu Sözleşme’de.
İsrail hiçbir şartına uymadı Sözleşme’nin. Buna rağmen ona yönelik ne bir yaptırım ne de bir kınama gelmiyor, birkaçı dışında, hiçbir ülkeden. En büyük müttefiki ABD’nin Refah kentine operasyon yapılmasına tepkisi de ciddiye alınacak bir tepki değil. Bizim medyada ABD’nin Refah yüzünden İsrail’le gerildiği bu nedenle bazı silahları vermeyi durdurduğu haberleri var. Bir şey ifade etmez bu. Washington işgale karşı çıkmıyor, ancak İsrail’in sivilleri korumak için “inandırıcı” bir plan sunmasını istiyor. Bu plan sunulsun da ne yaparsa yapsın Netanyahu. ABD’nin dediği bu.
Belirtelim, Netanyahu da Refah’a operasyona zaten istekliydi kuşkusuz ama “istekli” olmasa da yapmak zorundaydı. Çünkü aşırı sağcı hükümet ortakları, Refah’ı işgal etmemesi halinde desteklerini çekecekleri tehdidinde bulunmuştu. Başbakan olma hırsı yüzünden olmadık ittifaklar kurmasının bir bedeli olacaktı tabii. Bu bedel de sürekli olarak ortaklarından gelen “çekiliriz” tehdidiyle yaşamak Netanyahu için.
İsrail’in savaştan önce diplomatik ilişkiler kurmayı umduğu büyük Sünni bölgesel güç Suudi Arabistan, savaşın başlamasından bu yana ilk kez İsrail saldırısını “soykırım” olarak nitelendiren sert bir açıklamayla Refah kentinin işgalini kınadı bu arada. Basra harap olduktan sonra yani..Durum tatsız olmasa, gelişmelerin espri kaldıracak bir yanı olsa kahkahayla güler insan bu habere.
Pek şakacı değillerdir ama Suudiler yine de güldürüyor insanı çoğu zaman böyle.